
1917 ve Plan Sekans Tekniğinin Sinemadaki Yeri
Emre Can Küçükyıldız
10/09/2020
Plan sekans tekniği, realizm akımının sinema ile olan temasından doğarak görsel-işitsel iletinin alıcısını bir gözlemci olarak seyire dahil etmesine – dolayısıyla daha gerçekçi bir deneyim sunmasına – olanak sağlamıştır. Seyircinin, filmin çekiminden sorumlu kameramanın yerine monte edildiği ; örgünün gidişatı açısından etkisiz eleman varsayılarak zaman ve mekan faktöründeki değişimlere duyarsızlaşmış, filmde var olan belirsiz bir karakterin yerine geçtiği benzetmelerinde bulunulabilir. Başka bir deyişle, görsel-işitsel iletinin kamera açıları bazında tekilleşerek yalnız bir planla oluşturulması işlemidir. Bu teknik, işlevine uygun bir hikaye ile birleştiğinde, sanatsal doyuruculuğunu arttırır.
Sinema tarihinde plan-sekans tekniğinin kullanımı ile bir kısmı ya da tamamı – Uygun kesmeler aracılığıyla tamamen tek plandan oluşmuş izlenimi yaratan türdaşları bu sınıfa dahil etmek uygun olacaktır. – çekilmiş birçok başarılı yapıt saymak mümkün: Touch of Evil (1958), Hunger (2010), Gravity (2013), Birdman or The Unexpected Virtue of Ignorence (2014), Victoria (2015), The Revenant (2015)… Son olarak geçtiğimiz senenin iddialı yapımlarından, on dalda Akademi Ödülü adayı, üç dalda ödülün sahibi, Altın Küre ve BAFTA’da da mutlu sona ulaşmış, Sam Mendes imzalı 1917; tamamı plan-sekans tekniği ile çekilmiş ilk savaş temalı film olarak hafızamızın bir köşesinde hem kendine has bir yer edindi hem de plan-sekans tekniğiyle oluşturulmuş başarılı filmlerin arasına dahil oldu.
1917, I. Dünya Savaşı sırasında yaşanan bir askeri istihbarat olayını minimal çizgiler içerisinde anlatarak kült savaş filmlerinin destansılığından epey uzak bir eser ortaya koysa da heyecan duygusundan en ufak bir parça dahi feragat etmemekle birlikte başından sonuna dek izleyicisini koltuğa çivilemekte oldukça başarılı. Sam Mendes küçükken büyükbabasından dinlediği, yönetmenin kendi deyimiyle kahramanlık ve cesaretten ziyade şansa ve fırsatçılığa dayalı hikayelerden esinlenerek aile bağları çevresinde şekillendirdiği filmde; iki askerin zamana karşı mücadelesini acele etmeden, titiz ve planlı bir şekilde beyaz perdeye aktarıyor. Projenin özgün bir çekim tekniği ile hayata geçirelecek şekilde tasarlanmış olması nedeniyle sürecin her aşamasında yaşanan türlü aksaklıklar, 1917’ye çok başka bir gözle bakmamıza sebep oluyor ki daha en başta karşılaşılan birtakım sıkıntılar ve tıkanmalar sonucu Krysty Wilson-Cairns senaryo kısmında ekibe dahil olup bu ölçekte savaş senaryosu yazan ilk kadın senarist olma unvanını elde ediyor. Eserin ortaya çıkartılması noktasında ekibin yüzleştiği en ciddi problem böylesine uzun çekimlerin kusursuz şekilde planlanması oluyor ve filmi sıradanlıktan kurtaracak can alıcı noktada sorumluluğu yönetmenle farklı filmlerde de çalışmış, başarılı sinematograf Roger Deakins üstleniyor. Bütün planlamalar saniyesi saniyesine yapıldıktan sonra kamera karşısında yükü üstlenen George MacKay ve Dean Charles Chapman de işin hakkını verince -Hatta Mackay final koşusunda bir figüranı düşürerek kaza eseri kült bir sinema anı oluşturuyor.- ortaya seyir zevki hiçbir anında düşmeyen bir eser çıkıyor.
Şairin yalın ve biçemi kusursuz şiiri gibi 1917 de başrole oturttuğu çekim tekniğiyle oldukça sade, duygusal yükü son derece hafif hikayesinde; sisli izleği, gölgeli üslubuyla izleyicisine canlı bir deneyim vaat ediyor. Plan-sekans tekniği 1917’de olduğu gibi yoğun çaba ile bir araya getirilmiş sinematik ögelerin en kestirilemez tamamlayıcılarından biri olarak beyaz perdenin derinliklerindeki sinematik dünyayı bütün gerçekliğiyle evreninden taşırarak zaman ve mekan kavramının belirsizleştiği bir ilüzyon biçiminde izleyiciye sunmaya ve büyülemeye devam edecek.
Emre Can
Küçükyıldız
(Yazar)