
Cemil Meriç: Yorumsal iktidarı yapıbozuma uğratmak
Yusuf Manav
14/04/2021
Meriç çıkınımızda taşıdığımız kelime ve kavramlarla olan sorunlu irtibatımızı iyice eşeliyor ve bizi en başta tercih ettiğimiz sözcüklerin büyülü dünyasından uzaklaştırmayı deniyordu. ¹
Sabit bir sisteme bağlı olmayışı ve fragmental yapısı nedeniyle düşüncesini belli başlı birkaç kavram etrafında açıklamak zor olsa da Meriç’e dair dikkate şayan olan bu tartışmanın ötesinde yatmaktadır. Fikirlerinin içeriğini ve doğruluğunu tartışmaktan önce sorulması gereken soru, Meriç’in düşüncesinin neye yöneldiği ve ele alınan meseleye nasıl yaklaştığıdır. Bu hususa eğilebilmek için öncelikle “yorumsal iktidar” kavramını tartışmak gerekir. Zira Meriç’in yaptığı, arkasında yatan “seyyal ve kaypak” varsayımları gözler önüne sererek yorumsal iktidar biçimlerini yapıbozuma uğratmak ve hatta yorumsal iktidarın “tanımlama nesneleri”ni yeniden tanımlamaktır.
Yorumsal iktidar kavramı en temelde şeylerin dil-öncesi durumda belirlemesiz olduğu kabulüne dayanır. Yani şeyler (Dinge) vasıflarını dilsel dünyaya girmekle ve tanımlanmakla kazanırlar; bu durumun öncesinde normatif olsun yahut olmasın onlara herhangi bir sıfat atfetmek olanaksızdır. Nitekim kıyas söz konusu değildir; kıyasın mümkün olabilmesi için şeylerin ontolojik varlıklarını birbirinden ayırt edecek ve bu farklılığı soyutlama yoluyla aktaracak dilsel yetiyle donanmış insan-özneler gerekir. Bu öznelerin yokluğunda şeyler arasında bağlantı kurmak ihtimali ortadan kalkar ki bu durum klasik mantığın tanım mevzuundaki meşhur kaidesiyle çelişir: efradını cami, ağyarını mani. Geçerli bir tanım için evvela tanımlanan şey ile onun kapsamına girenler, yani efradı, ve dışında kalanlar, yani ağyarı, ilişki kurulmalıdır. Ancak ifade edildiği gibi bu ilişki dilin mevcudiyetinde kurulabilir. Dolayısıyla şeyler niteliklerini ancak tanımlanmak suretiyle kazanırlar; dilin ve tanımlayan öznenin dışında nitelikler söz konusu değildir. Bu dilsel kurgular en basit gündelik olguları kapsadığı gibi bu makalede tartışılacağı üzere politik-ideolojik söylemleri de içerirler. Nitekim Meriç’in barındırdıkları çelişkilere dikkat çekmek suretiyle yapıbozuma uğrattığı kavramlar tam da böyle bir iktidar biçiminden, yani yorumsal iktidardan kaynaklanırlar. Tanımlama ediminin öznesini saptamamak, tanımlamanın belirsiz soyutlamalar tarafından yapıldığı varsayımına sürükleyecektir. Ancak aksine, tanımlama somut entiteler tarafından yapılmaktadır; tanımlayan öznelerin varlığı akabinde bir iktidar sorunsalına da yol açmaktadır. Zira tanımlayanın ve tanımlananın varlığı bir gerilim hattı üzerinde kurulur. “Yorumsal iktidar” kavramı bu zemin üzerinde şekillenir; yorumsal iktidarın arkasında yatan temel nitelik, doğal halde belirlemesiz olan durumları, kendi inisiyatifi doğrultusunda, tanımlamak kudretidir. Bir şeyi tanımlayan onun imajına da sahip olmakta ve zihinlerdeki çağrışımını yönlendirmektedir. Fiziksel iktidar somut aygıtlara başvururken yorumsal iktidar eylemlere yön verecek biçimde zihinsel içerikler yaratmaktadır.
Meriç’e bu perspektifle yeniden bakacak olnurusa, “çağdaşlık” ve gelişmişlik meselesi iyi bir örnek teşkil edecektir. Meriç, “alafranga aydınlarca” kullanılan çağdaşlık ve gelişmişlik gibi kavramlar üzerine eğilmekle kavramların temelini teşkil eden paradigmayı sorgulamaktadır:
Hiçbir emperyalizm, çağı tek başına temsil etmek gibi abes bir iddiaya kalkışmamıştır. Hıristiyan dünyanın son keşfi azgelişmişlik. (..) Ne’de azgelişmiş, niçin azgelişmiş, kime göre azgelişmiş?²
Yukarıda ifade edildiği üzere, medeniyetler de tanımlama öncesi durumda belirlemesiz bir konumda bulunurlar. Birbirleri ile kıyaslanmadıkları ve bir dizge içinde konumlandırılmadıkları müddetçe herhangi bir sıfat ve nitelik taşımazlar. Kimi medeniyetleri gelişmiş kimilerini ise az gelişmiş olarak nitelemek bu kıyasın bir neticesidir. Şu durumda sorulması gereken Meriç’in de işaret ettiği üzere bu kıyasın ölçütünün ne olduğudur: Merkezi konumda bulunan, “yorumsal iktidarın” esasını teşkil eden nedir? Bu soruların gündeme getirilmesiyle tanımlamaların dayandıkları zeminin kırılganlığı ortaya çıkar; zira, Meriç’in farklı biçimlerde belirttiği üzere, “çağdaşlık”, “gelişmişlik”, “geri kalmışlık” tanımlarını üreten verili kavramsal çerçeveler izafidir ve nesnel bir kaideye sahip olamaz.
Meriç’in özellikle üzerine eğildiği meselelerden biri genel hatlarıyla temsil sorunudur. “İçinde bulunulan çağı” kim/hangi medeniyet temsil etme imtiyazına sahip olacaktır? Yahut böyle bir evrensellik iddiası söz konusu olabilir mi? Bu mesele çağdaşlaşmak kavramının gündeme gelişiyle çetrefil bir hal alır:
Çağdaşlaşmak çağın gereklerine ayak uydurmak, muasırlaşmak Meydan-Larousse’a göre. Muasırlaşmak, içinde bulunulan çağa ayak uydurmak! İçinde bulunan çağ ne demek? Bizim dışımızda belli vasıfları olan ve iradesini arada bir ifşa etmek lütfunda bulunan bir çağ mı var?³
Meriç’in modernleşme çabaları üzerinden çizdiği hat takip edildiğinde bir kavramın dönüşümü de görülecektir: Avrupalılaşma - Batılılaşma - Çağdaşlaşma. Öyle ki yenilenme hareketleri ilk olarak Avrupa merkezli biçimde gerçekleşmiş; yegane kılavuz Avrupa olmuştur. Ancak birbirini takip eden asırlar esasında “gelişmişliği” de yaymış ve coğrafi sınırlarını genişletmiş. Meriç’e göre bu durum Avrupalılaşma’nın Batılılaşma’ya dönüşmesiyle sonuçlanmıştır: nesnelerine mütekabiliyetleri kesin olmaktan uzak bulunan Batı ve Batı-dışı kavramları. Batılılaşmayı takip eden yahut Meriç’in deyimiyle “Batılılaşma miti eskiyince taze bir makyajla arz-ı endam eden” çağdaşlaşma kavramı oluşmuş.⁴ Aynı kaplamı tanımlayan kavramlarla kıyas edilince bir mekanı ölçüt almamak bakımından daha masum bir kisveye bürünen çağdaşlaşma kavramı, esasında daha karmaşık bir temsil sorununa yol açmaktadır. Zira kavram, belli bir çağın bulunduğunu ve değişmez birtakım kaidelere sahip olduğunu varsaymakla kronolojik bir zaman dilimini “belli bir biçimde” tanımlamaktadır; kavram içinde doğrudan yer almıyor olsa dahi bir temsilciyi kıstas olarak tanımlamaktadır. Nitekim Meriç’in işaret ettiği husus, kavramın içinde barındırdığı varsayımlar ve ön kabullerdir: “Çağdışılık” ithamı, iftiraların en alçakçası, en abesi. Aynı çağda muhtelif çağlar vardır. Çağdaşlaşmak neden Hıristiyan Batı’nın putlarına perestiş olsun?⁵ Meriç’e göre, kronolojik bir zaman dilimi içinde farklı çağlar bulunur; bir coğrafya bir tarihsel evre içinde bulunurken yek diğeri farklı bir tarihsel varoluş içinde bulunuyor olabilir ki bu durum, bir coğrafyayı ve bir varoluş biçiminin diğerine üstün olarak tanımlamasına imkan verecek mahiyette değildir. Meriç’in yorumsal iktidar biçimleri ve ilişkilerine eleştirisi görüldüğü üzere “kim tanımlıyor ve nasıl tanımlıyor” sorularının oluşturduğu zemin üzerinden şekillenmektedir. Bu sorgulama biçimsel olarak değerlendirildiğinde Derrida’nın vurguladığı haliyle ayrıntılara, kadraja alınmayanlara ve içsel çelişkilere dikkat çekmesi nedeniyle yapıbozumcu (dekonstrüktif) bir nitelik taşımaktadır. Asıl ehemmiyeti haiz olan husus, yerine önerilenin ne olduğundan ziyade, verili kavramsal çerçeveye yeni bir perspektiften yaklaşma cüretidir.
Çağdaşlaşma ve gelişmişlik kavramları üzerinden gösterildiği gibi Meriç, iç çelişkilerini meydana çıkarmak ve kavramlara içkin ve gizil olarak bulunan varsayımları sorgulamak yoluyla verili kavramları yapıbozuma uğratır. Bu yapıbozum süreci dahilinde Meriç yeni tanımlamalar da yapar ki bu durum, “Kim tanımlayabilir?” sorusuna bir cevap üreterek yorumsal iktidarın biçimine dair bir sorgulama için zemin açar. Yeniden tanımlama noktasında en belirleyici örnek “Biz ve Onlar”dır. Biz ve Onlar tanımlamasının yapıbozumcu niteliğini kavramak adına öncelikle Meriç’in perspektifiyle bu ayrımın tarihsel niteliği değerlendirilmelidir. Meriç’in pek çok eserinde üzerinde durduğu ve eleştirdiği üzere emperyalizm ve oryantalizm, yorumsal iktidar biçimleri üzerinden varolmuşlar ve nesnelerini -Batı-dışı uygarlıkları, özellikle İslam dünyasını- “belli bir biçimde” tanımlamışlardır ve zihinsel bir ayrım yaratmak suretiyle “ötekiler” inşa etmişlerdir. Avrupa ve Batı merkezci paradigmaya sahip oryantalizm, Şark’ı “onlar” olarak tanımlamak suretiyle öteki konumuna itmiştir ve onu bir araştırma nesnesi gözüyle ele almıştır. Oryantalizmi “sömürgeciliğin keşif kolu” olarak niteleyen Meriç, Said’in de ifade ettiği üzere, oryantalizmin Doğu’yu tanımak ve tanımlamak suretiyle politik tahakkümün nesnesi haline getirdiğine işaret etmiştir. Dolayısıyla Meriç’ten önce gelen ve -müstağripler vasıtasıyla- “bu ülke”de de benimsenen verili bir ayrım söz konusudur:
Avrupalı dostları, acıyarak baktılar ihtiyara, ve kulağına: “Hayır delikanlı”, diye fısıldadılar, “sen bir az-gelişmişsin.” Ve Hıristiyan Batı’nın göğsümüze iliştirdiği bu idam yaftasını, bir “nişân-ı zîşân” gibi gururla benimsedi aydınlarımız.⁶
Meriç’in Sen Bir Az Gelişmişsin adlı metninde de belirttiği üzere emperyalizmİN ve oryantalizmin ürettiği zihinsel ayrımlar ve tanımlar, gerçeklik olarak kabul edilmiş ve içselleştirilmiştir. Meriç’in bu bağlamda Biz ve Onlar’ı yeniden tanımlaması verili çerçeveye alternatif sunması ve onun dışına çıkması derecesinde önemlidir. Buna göre Meriç, öncesinde öteki olarak konumlandırılan kimliği sahiplenmiş ve hakim tanımlama biçimini sembolik düzeyde altüst etmiştir.
Verili tanımların dışına çıkmak söz konusu olduğunda Meriç’in yobaz ve gerici kavramlarına yaklaşımları da önem arz etmektedir. Meriç, dönemindeki hakim yorumsal iktidar biçimlenişi dahilinde pejoratif çağrışımlara sahip olan bu kavramları evvela koşulsuz kabul eder, ardından ise yeni anlamlar ve tanımlar teklif eder:
Yobazlık, Şark’ın nefis müdafaası. Yobaz, samimiyet, yobaz kendini bir nass’a hapseden idrak; bir nass’a, yani sonsuza. Yobaza düşmanlık, tarihe düşmanlık. Yobaz biziz, en güzel taraflarımızla biz.⁷
Meriç, kelimeye yüklenen olumsuz anlamı onu kabullenmek suretiyle yapıbozuma uğratır ve farklı bir bağlamda yaklaşarak yeni tanımlar yapar. Buna göre yobaz, haklı bir nefis müdafaasına karşılık düşmektedir ve “en güzel taraflarımızla bizi” temsil etmektedir. İlaveten Meriç pejoratif tanıma karşı bir başka eleştiriyi yobaza düşmanlığın tarihe düşmanlık olduğunu ifade etmesiyle getirir. Yöntemsel ve biçimsel açıdan benzeşen bir diğer örnek ise ifade edildiği üzere “gericilik” meselesidir:
Ne güzel tarif: “Gerici, bir toplumun gelişmesini sağlayacak hiçbir yeniliği istemeyen, her yönüyle eskiyi özleyen ve eski düzeni getirmeğe çalışan (kimse) (Meydan Larousse). Tarifin tek kusuru bu ucubenin hangi çağda, hangi ülkede yaşadığını söylememesi.
Murdar bir hal’den muhteşem bir maziye kanatlanmak gericilikse, her namuslu insan gericidir.⁸
Meriç kavramın zeminini yeniden sorgulamaya açar: “Ortaya konan tanım hangi durumda ve kim için söylenmiştir” ve “geçmişin mutlak olumsuz bir niteliği var mıdır” sorgulamaları gericilik kavramının zemininin kaypaklığına ulaştırır.
Sonuç itibariyle, Cemil Meriç’in düşüncesinin ayırıcı tarafı kullandığı yapıbozumcu yöntemdir. Meriç, halihazırda var olan yorumsal iktidar biçimlerinin verili tanımlarını yeni bir perspektifle ele alır. Düşüncesinin yapıbozumcu niteliği, kavramları sadece mahiyetlerinden ibaret görmemesi, aksine arkalarında yatan varsayımlara, ön kabullere dikkat çekmesinden kaynaklanır. Verili kavram ve tanımlamaları ele alırken Meriç ayrıntılara ve kadraja dahil edilmeyen (dekadraj) alanlara yönelir ve bu suretle yorumsal iktidarın zeminin seyyaliyetini gözler önüne serer. Verili tanımları yapıbozuma uğratmasına ek olarak Meriç, yeni tanımlamalar teklif etmekle de verili yorumsal iktidarın dışına çıkar. Tekrar etmek gerekirse, Meriç’in düşüncesinde ilk olarak kavranması gereken husus yaklaşım biçimidir; mahiyet ise sonradan gelir.
1.Necdet Subaşı, “Cemil Meriç”, Muhit Dergi, Sayı: 10, 2020.
2.Cemil Meriç, Kırk Ambar: Lehçe-t-ül Hakayık, 2. Baskı, İletişim Yayınları, İstanbul, 2009, s. 29.
3. a.g.e., s. 50-51.
4.Cemil Meriç, Bu Ülke, 23. Baskı, İletişim Yayınları, İstanbul, 2004, s. 97.
5.Meriç, Bu Ülke, s. 97.
6.Meriç, Bu Ülke, s. 96.
7.Meriç, Bu Ülke, s. 89.
8.Meriç, Bu Ülke, s. 80.
Yusuf Manav
(Yazar)