top of page
Image-empty-state.png

Göze Göre Güzel

Ahmed Faruk
Arslan
(Sanatçı)

Ahmed Faruk Arslan.jpg

Ahmed Faruk Arslan
21/01/2021

Güzel, gün içinde çok dikkat etmeden kullanıyor olsak da üzerine düşünüldüğünde çok derinlere götüren bir kavramdır. İnsanlar farklı kültürlerde yetişmiş ve çok farklı anlam dünyalarına sahip olsalar dahi bu kavram üzerine düşünmüştür. Peşinden onlarca adam koşmuş; uğruna yıllarını, ömürlerini vermiştir. İnsanlar, sanki güzelin ne olduğunu, kim olduğunu anlasalar hemen peşinden hayatın anlamının da ortaya çıkacağına inanmışlardır. Güzelse hiç ıştınmamış, uzaktan tatlı tatlı seyretmiştir bunca insanı. Bazen insafa gelir gibi olmuş, kimilerine göz kırpmış ama onlar da bu hale dayanamamış ya mecnun, meczup olmuş ya da ölüp gitmişlerdir.

Böyle bir meseleyi etraflıca anlatmak elbette çok zor. İyisi mi, gelin biz işin bir yönüne odaklanalım. Güzelin göz üzerine, gözün de güzel üzerine ne gibi tesirleri olmuş onu konuşalım. Güzeli gözümüzle görmenin imkânlarını anlamaya çalışalım.

Bizim geleneğimizde göz ile gönül arasında doğrudan bir ilişki olduğu, göz ile görülen şeyin aracısız gönle sirayet edeceği genel bir kabuldür. Bu sebeptendir ki bizler bakma konusunda hep temkinli ve nispeten çekingen davrandık. Çirkin, kötü veya uygunsuz olan şeyin gönülde çirkin, kötü veya uygunsuz şeylere sebep olacağını biliyoruz. Göz ile gönül arasında bu kadar sıkı bir ilişki kurarak da aslında şeylere gönül ile bakmak, şeyleri gönül ile düşünmek meselesine de kapı aralamış oluyoruz.

Benzer şekilde kendi geleneğimizden hareketle düşünmeye devam edersek “akleden kalp” kavramı ile karşılaşıyoruz. Akletme fiilini yapacak bir “organ” olarak kalp, tek dayanağı rasyo olmayan bir aklediş… Kavraması zor ve mana dünyası çok geniş bir kavram. Bizim geleneğimizde yetişmiş bir insan için bütün medeniyet anlayışının özü olabilecek, Kur’anî bir kavram. Öyle ki İslam medeniyetini ayakta tutan taşıyıcı kolonlara baktığımızda hep kalbin akletmesi ile inşa edildiklerini görüyoruz. Özetle şunu söylemeye çalışıyorum: Eğer bir Müslüman kalıcı bir eser ortaya koymuşsa, bunu ister hukuk sahasında yapmış olsun ister (B)ilim sahasında; ister hendese yapmış olsun ister sanat, akıl yürütmesinde her daim kalbinin dahli olduğunu görmek mümkündür.

Ol sebepten akleden kalbi anlamak belki göz ve görmek üzerinden bizi “güzel” kavramı hakkında şimdi olduğumuzdan daha derin bir bakış açsına götürebilir. Gelin “akleden kalbi” bugünün çağdaş biyologlarının beyin için biçtiği görevlerden birini yerine getirirken düşünelim.

Işık gözbebeğinden usulca süzülür. Göz içerisindeki algılayıcılara çarpar. Bunlar bir tür elektrik sinyaline dönüşür. Ardından da bu sinyaller beynin ilgili kısmında pozlanır, işlenir veya görüntü haline getirilir. Bu bilimsel açıdan görmenin nasıl gerçekleştiğine dair basitleştirilmiş bir izahtır. Şimdi bu verdiğimiz örnekte beyni yerinden çıkarın ve oraya gönlü ya da bir diğer ifade ile “akleden kalbi” yerleştirin. İşte yüzeysel bir benzetme ile akleden kalbin göz ile ilişkisi böyle çalışır. Elbette burada temel fark yorumlama kısmında. Gönül beyinle benzer şekilde rasyonel bir çaba içerisine girmeyecektir. Ancak beyinle benzer şekilde gönül de yorumlama aşamasında daha önce ona bilgi olarak ne verildiyse ona istinaden çıkarımda bulunacaktır.

Şimdi sıra geldi İki farklı organın gözde üretilen bilgiyi anlama ve anlamlandırma şekline.

Biz burada alegorimizi estetik kavramına karşılık beyin, güzel kavramına karşılık da gönlü denk getirerek kuracağız. Dilerseniz estetik kavramı üzerine düşünmeye başlayalım. Estetik kavramını pek çoğumuzun bildiği anestezi kavramının tam karşısına konumlandırarak anestezinin zıttı olarak kabul edebiliriz. Duyumu ve uyarıyı engelleyen anesteziye karşılık duyuran ve uyaran estetik. Buradan da “estetik olan şeyden ona bakan gözde, beyinde bir uyarıya sebep olmasını beklemeliyiz” sonucuna varabiliriz. Yani estetik öyle bir şey olmalı ki onu algılayanda bir uyarıya sebep olmalı. Bu hali ile de onu algılayan beyin estetiği estetik olmayanlardan kolayca ve keskin bir şekilde ayırmalı ve hatta bunu gayriihtiyari yapmalı. Peki beyin bir şeyin estetik olduğunu nerden bilir? Bu ona öğretilmiş midir, yoksa doğuştan gelen bir farkındalığı mı vardır? Ve tabi eğer öğretilmiş bir şeyse öğretenler neyin estetik olduğuna karar verirken ne tür bir yol izlemişlerdir?

Bir şeyin estetik olması için mantıklı ve rasyonel bir takım ölçülere uyması gerekir. Bu mesele üzerine eldeki en eski ciddi çalışma ibn-i Heysem’e dayanıyor. Kitab ül menazir da bizim estetik dediğimiz şeye uyması için büyüklük, küçüklük, uzunluk, kısalık, aydınlık, gölgelik renklilik, renksizlik gibi parametreler koymuş ibn-i Heysem. Şeyler bu parametrelere göre beyin tarafından incelenir. Eğer bir şeyin bu parametrelere uygun olduğuna karar verilirse beyinde bir uyarılma gerçekleşir. Bu da o şeyi estetik yapmak için yeter sebeptir. Tabii karar verme aşamasında yukarıda da bahsettiğimiz gibi daha önceden beyne gönderilmiş olan bilgiler büyük önem taşımaktadır. Öyle ki beyin bu ölçüleri daha evvelden öğrenmiş ve bunları çokça deneyimlemiş olmalıdır. Örneğin bir sanat eğitimi alacaksanız ve bu eğitimi bir “okuldan” alacaksanız karşılaşacağınız ilk dersler sizi bu temel ölçüler doğrultusunda eğitmek yönünde olacaktır. Yani beynin estetiği diğerlerinden ayırt edebilmesi için önce ona estetiğin ne olduğu öğretilmelidir.

Estetik kavramını anlamak açısından görsel sanatları ele alalım. Resim, fotoğraf ve bir yönüyle sinema için çok temel birtakım kurallar vardır. Görsel sanatlar eğitiminde evvela size kompozisyon kuralları, renk uyumu gibi ölçülebilir, rasyonel zeminde çalışan sistemleri anlatırlar. Elbette bu biçimsel tercihlerin sebep olacağı manevi derinliği yadsımak mümkün değildir. Ancak yine de estetik açısından tanım ölçülebilir değişkenler üzerinden kurulmaktadır.

Pek tabii burada estetik üzerine onlarca şey yazılabilir ve çok farklı örnekler verilebilir ancak bizim estetik ve güzel ikiliğimizi açıklamak için bu örnek kâfi gelecektir. Şimdi dönelim güzel ve gönül meselesine.

“Kelâm-ı kibâr, kibâr-ı kelâmest…” “Büyüklerin sözleri, sözlerin büyükleridir..”

Bir alıntı ile başlayalım: “Güzel, peşinden koşmayandan kendini gizler.”

Güzel meselesini konuşurken estetik üzerine söylenen kurallardan hiç biri bizi ilgilendirmeyecek. Ortada bir kural varsa dahi bunu rasyonel zeminde temellendirmek mümkün değil. Yukarıda alıntıladığım söz bize bir takım ipuçları veriyor. Eğer sen güzelin peşinden koşmuyorsan onu görmen mümkün değildir. Peki öyleyse gündelik hayatta karşımıza çıkan ve düşünmeden “ne güzelmiş” dediğimiz şeylere ne demeli? Burada ilk yaklaşım bize şunu söylüyor: Gördüğün şey aslında güzel değil ama estetik olabilir. “Çok güzel giyinmiş” bir insanı gördüğümüzde aslında güzel değil de estetik mi demeliyiz? İnsan yapımı ürünler için bunu söylemek kolay peki gün batımını izlerken, gece gökyüzüne bakınca on dördündeki ayın parlamasını gördüğümüzde yine aynı şeyi söyleyebilecek miyiz? İnsan nar ağacının çiçeklerini görünce “Bunlar aslında güzel değil.” diyebilir mi? İnsan gönlü buna izin verir mi? Dedik ya rasyonel bir şey söyleme gayemiz yok. Bu söz de adeta kendi içinde bir paradoks barındırıyor.

Evet güzel dediğimiz şey öyle yolun ortasında denk gelip de şans eseri görebileceğimiz bir şey değil. Ama “peşinden koşma” halini bir tür yaşayış biçimi haline getirmişsek baktığımız her yerde güzeli görebiliriz. Gelenek burada bize ölçülmesi mümkün olmayan bir ölçü veriyor. Eğer gözünle güzele değil de çirkine baktıysan veya çirkin baktıysan bir müddet sonra gönlün onlarla dolar ve gün gelir gönül güzeli göremez olur. Etraflıca bir temizlik yapmadıkça da tekrardan onu görmek mümkün olmaz. Bu mesele yukarıda söylediğimiz ”Yorumlama aşamasında daha önce ona bilgi olarak ne verildi ise ona istinaden çıkarımda bulunacaktır.” sözünün bir tür açıklamasıdır. Burada “estetik üzerine sanat eğitimin”den bahsederken anlattığımız eğitimin bir benzeri geçerlidir. Nasıl beyin estetiği anlamak için öncelikle birtakım ölçülerle eğitilmeliyse gönül de benzer şekilde güzelliklere bakmalı, güzelin güzel olduğunu öğrenmelidir. Gelin görün ki burada yeni bir paradoksa kapı aralıyoruz.

Her ne kadar gönlünde güzellikleri görerek öğrenmesi gerekir demişsek de aslında insan fıtratında doğuştan gelen bir güzel eğitimi vardır. Yani yeni doğmuş bir bebek, yeni doğmuşluğuyla güzeli görüyor ve tanıyordur. Belki bu örnek bize İbn-i Haldun'un Mukaddime’de söylediği şu kuralı hatırlatır: “Medeni insan bedevi insana göre kötülüklere ve çirkinliklere daha meyyaldir”. İbn-i Haldun'a göre fıtraten güzel ve iyi yaratılmış insan medeniyetin içerisinde fıtratından uzaklaştıkça kötülüklere meylini arttırır. Ancak bedevi insan fıtratına daha uygun olan doğada yaşadığından yeni doğmuşluğunu ya da ümmiliğini daha kolay ve daha uzun süre muhafaza eder. Yani insan doğuştan gelen bir güzel ve iyi sezgisine sahiptir. Burada önemli olan onu ne derece muhafaza edebildiği ve belki ne kadar geliştirebildiğidir. İlk bakışta söylediklerimin çelişkili durduğunun farkındayım ama bu meseleyi izah ederken çelişkiye düşmekten korkmamak gerektiğini düşünüyorum.

Estetik ve güzel arasındaki benzerlik ve zıtlıkları böylece kısaca ifade etmiş olduk. Bunları nasıl ve neremizde anlayabileceğimiz ile ilgili ise hiç değilse ortak bir fikrimiz var. Estetik için oturup ders çalışabilirsiniz ama güzel için yapmanız gerekenler çok daha farklıdır. Son olarak bir şeye güzel demek için bir ölçü vermiş olalım. Umulur ki bu bize pek çok yerde pusulalık etsin.


“ Muhakkak ki Allah güzeldir, güzeli sever.” (Hakim, Müstedrek, I/26.)

Ahmed Faruk
Arslan
(Sanatçı)

bottom of page