
Insanlığın Renk Algısı
Ahmet Eren Durmuşbaş
05/02/2021
Küçükken Türklerin kahveyle tanışmadan önce “kahverengi” yerine hangi kelimeyi kullandıklarını merak ederdim. Renkler hakkında yakın zamanda öğrendiklerim sonucunda bu merakın çok yerinde olduğunu görüyorum.
UC Berkeley’den Paul Kay başta olmak üzere antropologların farklı topluluklar üzerine yaptıkları çalışmalar ve antik metinlerdeki renk çeşitliliklerinin incelenmesi bize toplumların renk algısındaki ortaklıkları göstermektedir. Dillerin gelişimi izlendiğinde de benzer safhalar dikkat çekmektedir.
Verilere göre dillerde önce siyah ve beyaz, sonra kırmızı, daha sonra sarı ve yeşil, en son mavi renk ve diğer bütün tonlar oluşmaktadır. Çeşitli dilleri konuşan insanlardan renk paletini sınıflandırmaları istendiğinde dillerindeki renk kategorisinin sayısına göre bu şekilde sıraladıkları gözlemlenmiştir.
Bu tasnif pek çok dildeki renklerin etimolojisinde de izlerini taşır. Türkçedeki “kara”, “ak” ve “al” sözcüklerinde olduğu gibi temel renkler kendine has bir kelimeyle ifade edilirken en son oluşan renkler genellikle bir nesneye veya tabiata nispetle anılmıştır. Türkçedeki “kahverengi”, “turuncu”, “pembe”, “mavi” gibi kelimeler bunun en iyi örnekleridir.
Eski metinlerdeki renk tasnifi de dikkate şayandır. Eski Birleşik Krallık başbakanlarından William Gladstone, Ilyada ve Odysseia üzerinde çalışırken kan, bulut ve denizin renklerinin aynı renkle ifade edildiğini fark etmiş ve bu metinlerdeki renk çeşitliliğinin kısıtlılığı karşısında şaşkınlığa uğramıştır. Kur’an-ı Kerim incelendiğinde de benzer bir olay göze çarpmaktadır. Mavi renginin tarifine en çok uyacak “zurkâ” kelimesi de yalnızca Taha Suresi 102. ayette geçmekte olup “göğermek” şeklinde tercüme edilmektedir.
Araştırmalar benzer renkleri farklı kelimelerle ifade etmenin bu renkleri bilişsel düzeyde ayırt etmeyi kolaylaştırdığını göstermektedir. Fuşya, gülkurusu, narçiçeği, bordo, çingene pembesi, mürdüm, lila gibi ayrımları kullananların renk algısıyla bu renklerin hepsini pembe, mor veya kırmızı olarak adlandıranların renk algısının farklı olduğunu hepimiz günlük hayatta deneyimlemişizdir. Yeşil ve maviyi dillerinde ayırt etmeyen bir topluluk ile bu renkleri iki farklı sözcükle anlatan bir topluluğun yeşil ve mavi algısı da aynı olmayacaktır.
Kültürel etkileşimin yüksek olduğu toplumlarda dahi renk sınıflandırılmasında farklar görülmektedir. Örneğin “lacivert” kelimesi Türkçede ve Rusçada bulunurken İngilizcede bu renk donanma mavisi anlamına gelen “navy blue” kalıbıyla anlatılmaktadır.
Bütün bu bilgilerden sonra kahverengi kelimesinin eski karşılıklarına dönecek olursak yine aynı örüntüyle karşılaşırız. Kumral kelimesi elimizdeki en iyi aday olmakla beraber bu kelimenin de “yanık al” anlamına gelen “kongur al” tamlamasından dönüştüğü düşünülürse eski insanların renk tasnifindeki siyah, beyaz ve kırmızı önceliği daha iyi anlaşılabilir. Toprağın ve hatta yönlerin kara, ak, kızıl ile adlandırılması da bu bakımdan ilgi çekicidir.
Renkleri algılama biçimimiz ve dillerimizdeki renk belirten kelimeler bize düşündüğümüzden çok daha fazla şey anlatıyor. Dilimizde ayırt ettiğimiz her renk bizim zihin dünyamızı da renklendiriyor. Bütün bu özellikleriyle renkler, insanı daha yakından tanımak isteyenler için de önemli bir kapı aralıyor.
Ahmet Eren
Durmuşbaş
(Yazar)