
Sudan Defterleri - 1
Yusuf Manav
04/10/2022
19 Temmuz 2022, Salı, 06.24
Hartum/Sudan
Bir tecrübe daha önce edinilen tecrübelerden farklı olduğu müddetçe havsalanın sınırlarını zorlayarak daima taze bir dikkat uyandırıyor. Öyle ki daha önce tecrübe edilmemiş bir atmosfere girmek, yine daha önce ayırdına varılmayan sosyal olguları ayan beyan meydana çıkarıyor. Zira farkına varmanın, fark etmenin doğası, ilgimize nesne olan olgunun geçmiş tecrübelerle olan farkına dayanıyor. Öncesinde Bosna'da ve Ürdün'de bir ila bir buçuk ay kalma fırsatım olmuştu, lakin mezkur her iki ülkenin de "gelişmişlik" düzeyinin hatrı sayılır bir noktada bulunması, temel addedilerek içselleştirilen sosyal olguların örtüsünü kaldırmak için kafi gelmemişti. Şimdi de zannederim ki Türkiye göz önüne alındığında benzer şekilde tanımlanan bir "gelişmişlik" kavram ve tecrübesine sahip olduğumdan bir Avrupa ülkesine, söz gelimi Almanya'ya gidildiğinde kendini ortaya koyan farklılıklar basit üstyapısal biçimlere dair olacaktır: Kamu hizmetlerinin sistematik yapısı dikkat çekecektir mesela, lakin "kamu hizmeti" olarak nitelendirdiğimiz yapının varlığını fark etmek böylesine gelişmiş bir ülkede imkansız bir hal kazanacaktır. Benzer bir biçimde Alman toplumunda hakim olan görgüler bütünü, evvelce edinilen görgüyü düşünmeye bir fırsat sunsa da "görgünün" kendisini ele verecek ve içselleştirilen olgunun örtüsünü kaldıracak bir refleksiyonu doğurması güç olacaktır. Tecrübe edilen ülke/atmosfer, ne derece farklı ise insana da o derece bir fark etme ve refleksiyon fırsatı sunuyor. Bu bakımdan Sudan'ın ister merkezinde ister taşrasında olsun Türkiye'de yetişmiş bir zihin için yeni ufuklar açmaya kadir olduğuna inanıyorum. Zira kendini ele veren farklılıklar daha ilk bakışta fark edilecek denli ayan beyan bir biçimde ortada. Öyle ki Sudan'a iniş yaptığımız pazar gecesinden itibaren geçirdiğimiz tek bir gün dahi bu izlenimleri uyandırmaya kani oldu.
Havalimanından anekdotvari birkaç gözlem, üstyapısal unsurların nasıl farklı koşullar içinde meydana geldiğine dair bir kanı oluşturacaktır. Havalimanından çıktığımız vakit dikkatimi çeken şey, çoğunlukla "cellabiye" olarak zikredilen yerel kıyafetleri giyinmiş ufak bir topluluğun genişçe bir taş blok üzerinde sere serpe dinlenir halde uzanmasıydı. Evvela evsiz zannetsem de sonradan öğrendik bu topluluğun tamamının taksici olup havalimanının hemen önünde gece de nöbet tutarak yolcu beklediğini. Yalnızca rastgele birkaç kişinin rastgele bir yerde ve zamanda yere uzanmasından mürekkep tesadüfi bir durum olsa bizce "normal" addedilecekse de bu durumun belli bir zümre içinde ve mekanda artık oturmuş bir nitelik kazanması şüphesiz dikkatimi çekti. Aynı şekilde hava limanından gelen yerel burjuva ve turist sermayesinden bir pay almak ekseninde oturmuş bir başka husus ise görevli tayin edilmişçesine bir ödev şuuruyla çantalarınıza sarılarak yardıma koşan bir topluluk. Yardımın kendisi teklife açık değil, lakin bu kimselerin cüzi bahşişler için orada gecenin bir vakti toplu halde bulunduklarının ayırdına varıyorsunuz.
Girişte verdiğim misalde olduğu gibi, buradaki farklılığı yahut eksikliği kamu hizmetinin kendisini, yani neliğini ve niteliğini fark etmeyi mecburi kılıyor. Ne belediyecilik ne de kamu hizmetleri gelişmiş; sokağa çıktığınızda direklerin dibinde birikmiş ve istihdam edilen bir keçi yahut eşşek kadrosu ile yeri geldiğinde ateş yardımıyla doğal yollardan imha edilen çöp yığınlarına rastlıyorsunuz. Araçların geçişiyle yerden kalkan yoğun bir toz dumanına şahit oluyorsunuz, doğrusu bu toz dumanı kesif bir biçimde tüm şehrin üstüne çökmüş vaziyette. Birkaç ana cadde hariç asfalt dökülmüş bir yol bulmak güç.
Dün çarşıya inmek için bir fırsatımız oldu. Daha ilk bakıştan "Türk camisi" imajını çizerek yerel dokudan ayrışan Nur Camii etrafında gelişmiş bir çarşı bulunuyor; nitekim cami, imajına uygun olacak biçimde
Kocatepe Camii'nin bir imitasyonu imiş. Daha fazla ampirik veriyle desteklenmesi icap etse de kanaatim odur ki Türk camileri Sudan'da olduğu gibi Türkiye harici her coğrafyada da Türk sermayesi ve nüfuzunun nişanesi olarak bulunuyorlar. Caminin hemen altına kurulmuş ve hemen her yerde bulunmayacak bir süpermarket olan Sena Market bu kanıyı doğrulayacak biçimde ya doğrudan Türk mallarıyla yahut da onların imitasyonları ile doldurulmuş. Yeni inşa edilen bir mahallede, Türklerin, Maarif Vafkı mensuplarının ikamet ettiği bir mahallede konaklıyoruz. Kaldığımız bu yer Orta Doğu'nun farklı yerlerindeki İngiliz-Fransız mahalleri gibi. Etrafı dikenli tellerle ve duvarlarla çevrilmiş bu binalar üst kesimin ikamet ettiği, yenice yerleşmeye açılan ve İstanbul'un Başakşehir'ini andıran Kafuri nam bir mıntıkada bulunuyor. Özellikle toplumda az çok bir yer edindiğini duyduğum Çin'in varlığını merak etmekteyim. Asya'da Demir İpek Yolu projesini güden, Afrika'da ise hassaten liman ve altyapı hizmetleriyle beliren Çin sermayesini görmeyi bekliyor olacağım.
21 Temmuz 2022, Perşembe, 07.46
Hartum
İki gündür program fiilen başlamış durumda. Program iyi bir şekilde kurgulanmış. Sabah Sudan üzerine Arapça dersler alıyoruz; gerek dil gerekse de malumat bakımından bir hayli yerinde olan dersler. Daha önce ne karşılaştığım ne de tahayyül ettiğim bir boyutu var ki öğleden sonra Türkoloji okuyan ya da Yunus Emre Ensititüsü'nde Türkçe öğrenen Sudanlı arkadaşlarla Hartum'u geziyoruz. Turistik maksatlar gütmekten ziyade asıl amaç onların yaşantısına dahil olarak Sudan'ı keşfetmek. Kendi içinde devir daim eden, kendi kurallarını oluşturmuş hayata bir yabancı olarak dahil olmak daima güç, zira onlardan biri olmayı, onlar gibi davranmayı gerektiyor. Aksi halde insan "yaban" yaftasını üzerinde taşıyor. Orta-üst sınıf ailelerde eğitimle sınıf atlayan -en somut anlamıyla- "beyaz" Türkler olarak Sudan'daki cari hayata dahil olmamız her haliyle güç, şimdiyse bu kültüre giriş için en azından bir kapımız bulunuyor. İlk iki gün tanıştığımız bu vatandaşlar bende Sudan'ın ekonomik sınıflarına dair bir soruyu da uyandırdı. Alt-orta-üst sınıflar arasındaki geçişkenlikler ne halde, arasındaki farklar ne boyutta merak etmekteyim. Yunus Emre Enstitüsünde (YEE) bir görevlinin söylediğine göre yaklaşık beş sene öncesine kadar YEE'de Türkçe eğitimi gören Sudanlılar ekseriya alt-orta sınıfa dahilken son beş yıl içinde öğrenci profilleri ciddi manada dönüşmüş; söylediğine göre şu an daha çok zenginler ya ticaret için ya kültürel bir faaliyet olarak ya da Türkiye'ye gitmek için Türkçeye rağbet ediyorlarmış. Sudan'ın ekonomik yapısına dair gözlemlediğim bir şey daha var ki burada üst sınıf mensubu olmak dahi birçok kısıtlılığı içeriyor. Altyapı yetersizlikleri, imkanların yoksunluğu sermaye mevcut olsa dahi tüketim kültürünü hakkıyla yaşamaya mani oluyor. En iyi ihtimalle iyi bir ev sahibi olabilir, ancak lüks nevinden bir araç alması imkansız, zira öncelikle pazarda yok, olsa dahi araziye uygun değil. Hal vaziyet böyle olunca yine en iyi ihtimalle Sudan'da sıklıkla gördüğümüz Toyota-Kia-Hyundai üçlemesinden yeni bir araç sahibi oluyor. Bir misal daha, yakın çağda Üsame bin Ladin yahut Çakal Carlos gibi isimleri saklaması sebebiyle terörü destekleyen ülkeler listesine alınan Sudan'da diğer pek çok küresel hizmt sağlayıcıları gibi Apple Store da yasak. Paranız olsa dahi iPhone sahibi olarak prestijli imaj sahibi bir tüketim kültürü mensubu olamıyorsunuz yahut Netflix izleyecek denli global kültüre dahil olsanız dahi ödemenizi -tıpkı Youtube Premium ve Disney gibi- burada bulunmadığı için VPN yoluyla civar ülkeler üzerinden yapmak durumudasınız. Satın alacak sermaye mevcut olsa da imkanların sınırlılığı sonsuzca bir tüketimi imkansız kılıyor.
Dün Nil Caddesi'nden araçla geçmekte iken polis tarafından durdurulduk. Şans o ki askeriyenin önünden geçiyorduk. Adeten burada rüşvet kesileceğini anlayan askerler de rüşvetten pay almak için dahil
oluyorlarmış, nitekim aynını yaşadık. Polisin rüşvet alacağını anlayan iki asker yanımıza geldi; polisin uyguladığı taktik doğrusu zihnimde şimşekler çaktırdı: Soğukkanlılıkla bizi polis ofisine kadar götüreceğini, orada ceza keseceğini söyleyerek askerlerin yanından ve rüşvetten pay vermekten kurtardı. Biraz ilerledikten sonra ise sağa çekerek durdurdu, rüşvetini o şekilde aldı. Zihnimde çakan şimşek şudur ki kuralsızlığın dahi çok sıkı bir şekilde sınırları çizilmiş kuralları mevcut; kurumsallaşmanın yokluğundan dem vurmak mümkün değil, zira pek çok pratik, halk tarafından içselleştirilmiş ve üzerinde sessizce ittifaka varılmış bir kurallar bütünü bulunuyor. Rüşvet hadisesi de esasında şaşılacak bir mevzu değil, zira asgari ücret değişmekle beraber takriben 50 dolar. Hükümet bir nevi memurunu sahaya çağırıyor, alacağını kendin al diyor. Hayat da tahmin ettiğimizin aksine bir hayli pahalı, hal vaziyet böyle olunca düşük ücretlerle geçinmek imkansıza yakın. Anlaşılan o ki "kuralsızlığın kuralları" konsepti birçok karmaşık olguyu kavramak açısından işlevsel olacak ve sıklıkla başvuracağım. Buradaki çöp mevzusu da bu konsept dahilinde izah edilebilir. İlk bakışta herkes aklına estiğince istediği yere çöpünü atıyor gibi gözükse de olay o şekliyle işlemiyor. Yine herkesin sessizce ittifak ettiği bir şekilde insanlar çöplerini yol kenarlarında özel olarak tayin edilmişçesine gözüken alanlara atıyorlar. Her sokak arasında, her yol üstünde çöpe rastlamak mümkün değil.
22 Temmuz 2022, Cuma, 10.39
Hartum
Çarşamba günü buradan tanıştığımız arkdaşlarla beraber Hartum Üniversitesi'ne gittik. 1902 yılında İngilizler tarafından kurulmuş. İlk adı Mehdi hareketi tarafından öldürülen İngiliz Gordon Paşa'dan mülhem olarak verilmiş. Hem tıp fakültesini hem de ana fakülteyi görme ve kampüslerini gezerek öğrencilerini gözlemleme şansımız oldu. Adam Smith'in kolonizasyon tezinin fiili bir örneğini görmüş olduk. Kolonizatörlerin sömürdükleri topraklara modern kurumları ve -mission civilsatrice bağlamında- medeniyeti taşıdığını; mezkur toplumların tarihin normal akışında bu "değerlere" çok sonraları ulaşabileceğini savunuyor kabaca Smith. Her ne kadar bu tez sömürgecilik tarihi boyunca politik olarak işlevselleştirilerek sömürgecilik için meşru, hukuki, hatta ondan da ötü insancıl bir zemin hazırlamış olsa da aynı zamanda gerçeğe de temas ediyor. Zira Osmanlı'da Duyun-ı Umumiye nasıl modern muhasebeciliğin kurumsallaşmasına yol açmışsa sömürülen diğer ülkelere de modern kurumlar sömürgecilik aracılığıyla girmiş.
Sudan'ın 19. yüzyılda İngiliz uydusu bir ülke konumunda olduğu ve fiilen Britanya tarafından siyasetine müdahale edildiği düşünülürse Hartum Üniversitesi benzeri kurumların misyonu da daha iyi kavranacaktır. Devletler, özellikle modern biçimiyle, memur canavarlarından farksızlardır: işlev görebilmek ve kılcal damarlarla birbirine bağlanmış girift yapısını oynatabilmek için daimi olarak iyi yetişmiş, kalifiye bürokratlara, diplomatlara, memurlara ihtiyaç duyarlar. İngilizler pazarları haline getirdikleri ülkelerde de bu sebeple devlet kadrolarında görev alacak kalifiye elemanlar sınıfını oluşturmak için eğitim kurumlarını da beraber getirmişlerdir. Lakin tarihin ironisi burada da tecelli etmiştir: Nasıl ki sömürgeleştirilen ülkelerde sömürgeciler eliyle inşa edilen modern kurumlar milliyetçiliğin ve ulusal bağımsızlığın sözcülüğünü yapan bir aydınlar sınıfı oluşturmuşsa önceki adıyla Gordon Külliyesi, şimdiki adıyla ise Hartum Üniversitesinden mezun olan öğrenciler Mu'temerül Harriciyyin (kabaca Mezunlar Birliği) adıyla örgütlenmiş ve Sudan'ın 1956 yılındaki bağımsızlığına giden süreçte ön cephede etkili bir rol oynamışlardır.
23 Temmuz 2022, Cumartesi, 14.37
Hartum
İki buçuk yıl evvel Güneydoğu'da iken fark ettiğim bir durumu Sudan'da olmam hasebiyle şimdi çok daha derinlikli olarak kavrıyorum. Orada fark ettiğim globalleşme ve global ekonomiye entegrasyonla beraber yerel-kültürel farklılıkların da kolaylıkla silikleşerek turistik bir imaj kazanmasıydı. Bu bakımdan şimdi dünyaya hakim olan şekliyle kapitalizm, bütün mübadele pratikleri ve sermaye dolaşımıyla birlikte dünyanın her yerinde "paranın ırkı, dini, dili yoktur" şiarını örneklendirircesine ortak bir kültür yaratıyor. Dünyanın neresi olduğu fark etmeksizin global ekonomiye entegrasyonunu sağlamış herhangi bir ülke evrensel kültürün bir parçası haline geliyor. Ürdün'de bu durumun çok iyi bir örneğini görmüştüm: Amman'da ikamet etmekteyken gittiğim bir AVM, İstanbul'daki yahut dünyanın herhangi bir yerindeki AVM'den farksızdı -elbette AVM etrafında gelişen kültür de öyle. Arapça sormama rağmen İngilizce karşılık alıyordum. Keza Hartum'da Afra adıyla anılan AVM de bu misalden farksız; beraber gittiğimiz ElFadıl Türkiye'yi de görmüş, burası da bizim İstinye Park'ımız diyor, buradaki ironiyi kıymetli buluyorum. İnsanların hareketleri, giyim kuşamları ve adapları da aynı evrensel kültür etrafında şekillenıyor.
Son asırda ortaya çıkmış ve kendi sektörünü yaratmış turizm de küresel kapitalizmin mübadele biçimlerinin üstyapısal bir yansıması olmaktan öteye gitmiyor: Turistik bir yer haline gelmiş belde tüm yerel-kültürel farklılarından soyutlanarak, demistifiye edilerek yalnızca bir imaja indirgeniyor. Turistik faaliyet ve talebin imaja dayalı yapısı nesnesini kolaylıkla dönüştürüyor. Söz gelimi Güneydoğu'da iken ciğerin esasen sabahları yenmesine rağmen turistik talep neticesinde yerel niteliğini kaybederek ve kolayca bir metaya indirgenerek günün her saatinde şatafatlı lokantalarda servis edilen bir yemeğe dönüştüğüne şahit olmuştum. Dolayısıyla otantikliği yahut farklılığı muhafaza edebilmek cari sisteme entegre olmamakla mümkün oluyor. Benzer şekilde Güneydoğu'da dengbej nam sanatı icra edilirken dinleme fırsatı yakalamıştım; dengbejin turistik bir ögeye indirgenmemiş olmasının yalnızca yerel halka mahsus kalmış olmasına bağlı olduğunu zannediyorum. Turizmin ekonomik getirisi aynı zamanda anlaşılabilir nedenlerden ötürü yerli halkı da en fazla kar elde edeceği şekilde davranmaya mecbur ediyor. Bu defa o beldeyi farklı kılan niteliklerin ortadan kalkması bir zorunluluk haline geliyor. Turistik talebe nesne olmakla birlikte yalnızca fiziki yapısı ve tarihi mekanları kalıyor ki onlar da Instagram emtiasına dönüşmekte gecikmiyorlar. Sudan'a nüfuz etmeyi tam da bu nedenlerden ötürü kıymeti haiz buluyorum. Global ekonomiye entegrasyonunu tamamlamamış bir ülke konumunda bulunması ve turistik bir objeye dönüşmemiş olması sayesinde otantikliğini muhafaza edebiliyor. AVM'ler yahut küresel fastfood zincirleri, giyim markaları, teknoloji mağazaları bir hayli sınırlı. Süpermarket konsepti yaygın değil; halen daha yüzyıllardır bu şekliyle süregeldiğini zannettiğim yerel mübadele biçimlerine, pazarlarına, sokak satıcılarına şahit olmak mümkün. Sosyal ve kültürel yapıda var olan ve henüz küresel kültürün etkisiyle silikleşmemiş derin farklılıklar insani gerçekliğin genişliğini kavratıyor. Yalnızca küresel kapitalizmin ve onu takiben şekillenen kültürün ön yargı ve ön kabullerine saplanıp kalmaksızın yeni bir düşünüşün imkanını yaratıyor.
Yusuf Manav
(Yazar)