
Tohumlar Gökdelene Dönmeli Yurdumda
Keramettin Topkara
11/08/2021
“Tohumlar fidana
Fidanlar ağaca
Ağaçlar ormana
Dönmeli yurdumda”
İlkokulda öğretmenimiz, bu dizeleri belirli bir ezgiyle bize bellettiğinde henüz çocuktum. Dört bir yanı kızılçamlarla örtülü bir dağ köyündeydim. Henüz plastik çocuk parklarıyla, trafik lambaları ve asfaltla, şehir/şehirli denen o canavarla tanışmamıştım. Başımı kaldırdığımda gördüğüm masmavi gökte müşfik Akdeniz güneşi, bana gülümseyen bir masal perisi, ufuklarımı güvenli çizgilerle sınırlayan devasa dağlar, çam yeşili zırhlarıyla beni tehlikelerden koruyan mızraklı, güçlü muhafızlardı. Evimiz, bahçemiz, hayvanlarımız, hayatımız bu masal kahramanlarının teminatı altındaydı. Zaten tohumların ormana döndüğü bir ülkedeydim. Ağaçsız, çiçeksiz, bahçesiz bir ülke hayal edemiyordum. Ama öğrendiğim şarkı neden “Fidanlar ağaca / Ağaçlar ormana…” diyordu? Çok sonraları öğrenecektim, insanın yeşili kıyıp sararttığını, canlıyı katledip kararttığını, maviyi çamurlaştırdığını…
Sonra yeşil mızraklı muhafızlarla korunan yurdumdan çıktım. Başka yurtlar gördüm. Farklı yeşillerle birlikte sarı, kahverengi, kızıl, kara topraklar… İlkokulda öğrendiğim şarkının manasını daha iyi anlamaya başladım. Evet, şarkıdaki gereklilik kipinin gereğinin farkına vardım göğü delen yüzlerce gri binanın arasında dolaşırken. Sert bakışlı, çatık kaşlı bu devler insanı kucaklamıyor, yüzlerce gözüyle ürkütücü duygular uyandırıyordu. Bir pınarda yıkanmış izlenimini veren o masmavi gök yok olmuştu. Göğü çelik mızraklar delmiş, öldürmüştü. Yirmi dört saat yaşayan bir şehir diyordu seyahat kitapları. Oysa elli yıldır bitkisel(?) hayata bağlanmış, zor nefes alan, öksürüklü bir hastaydı.
“Yeşil”in “yaş” (yaş+ıl > yeşil) kökünden geldiğini öğrendim sonra kitaplardan. Yani yaş, körpe, taze, nemli, yeşil… Türkçesi, su olmadan yaş da olmuyordu, yeşil de hayat da… Yeşil yoksa su rengi de yoktu. İşte aslında yanan, suydu, hayattı, yeşildi. Bilmem ki gözyaşı, yanan yeşili sulayabilir mi, ona can suyu olabilir mi?
“Uygarlık” kaç zamandır “doğallık” düşmanıydı. Bir yerde “medeniyet” varsa orada yol olmalıydı, bina olmalıydı, “şehir”leşmeliydi orası. Eğer “medeni” isek tabiata karşı kazanılmış bir savaşın tarafı olmalıydık. Sadece yeşil ve mavi kalamazdı bir koy, orasını “insan”laştırmalıydık. Turkuaz bir körfez, yeşillerle çevrelenmiş bir göl kendi hâline bırakılamazdı. İnsanın makine gibi güçlü bir silahı vardı. Bu silaha ne ağaçlar karşı koyabilirdi ne de dalgalı deniz. “Başardık!” diyorduk, “Güçlüyüz!” diyorduk. Başarının ve gücün anlamının başkalaştığı çağlara ulaşmıştık artık.
Şehirlerin girişinde, çıkışında “Hatıra Ormanı” tabelasını görünce içimi bir hüzün kapladığını duyarım hatıra kelimesinin verdiği sızıyla. Hepsinde de yarısı kurumuş ağaççıklar… Ormanın hatıra olması… Kim bilir, belki gelecek yüzyıllarda “Yeşilin Tarihi” okutulacak. Yeşil bir hatıra olacak. “Bir zamanlar bir kavim gelmiş, ağaç denen yeşil renkli birtakım canlılarla bu kavim arasında amansız bir savaş başlamış. Yüzyıllar sürmüş bu savaş. Sonunda yeşili mağlup etmeyi başarmışlar.” diye yazacak bu tarih kitabında. Belki de savaşın adını “Yeşil Savaş” koyacak gelecek nesiller.
Sonraki yüzyıllarda “Günün birinde gökyüzünde güz mevsiminde artık esmer lekeler göremeyeceksiniz. Günün birinde yol kenarlarında toprak anamızın koyu yeşil saçlarını da göremeyeceksiniz.” diyen öykücünün neyi kastettiği tam olarak anlaşılmayacak. “Benden hikâyesi.” diye bitirdiği öyküsünü okuyanlar, hakikati yaşayacak.
“Hayret” duygusunu “hareket”in gürültüsüne, hızına kurban ettik. Hükmetmek, hürmet etmenin önüne geçti. Diğerkâm iken hodkâm olduk. Bütün değerleri altüst ettik, diğerini ötekileştirdik. Böylece yaşadığımız yeşil cenneti kızıl cehenneme çevirdik. Şimdi ağlamalıyız. O kadar çok gözyaşı dökmeliyiz ki pişmanlık suyumuz belki canlandırır toprağımızı.
“Yuvadır kuşlara
Örtüdür toprağa
Can verir doğaya
Ormanlar yurdumda”
Böyle tamamlanıyordu ilkokulda ezberlediğimiz şarkı. Şimdi “seyretmek”ten başka bir şey yapamadığımız yangınları izlerken daha iyi kavrıyorum yuvanın, yeşilin, canın, toprağın, ormanın anlamını.
Keramettin Topkara
(Yazar)