
Tribünler Anlatır
Oğuzhan Kaplan
29/04/2021
“Futbol asla sadece futbol değildir.”
Simon Kuper
İlk Tribünler: Roma Cumhuriyeti/İmparatorluğu Tribünleri
Fransızca “Tribune” İtalyanca “Tribuna” kelimeleri bugün dilimizdeki futbol seyreden kitlelere verilen ismin atalarıdır ve ikisi de Latince “Tribunus” (halk temsilcisi, halkın fikrinin sözcüsü, tribün) ortak köküne sahiptir. Eski Roma tribünleri bürokraside oldukça önemli rollere sahiptir. Tribunus plebis/plebler tribünü Roma halkının en alt tabakasını oluşturan pleblerin şiddete uğramama, yardım, aracılık ve hatta meclisi veto etme haklarını sağlayacak ve de yargısız yahut sebepsiz infazları durduracak gücü şiddetli bir sivil itaatsizlik sonucunda kazanmıştır. Tribunus militium/askeri tribün yine askerlerin arasından sözcüler çıkmasıyla ordunun içinde oluşmuş subaylardır. Kendi “tribus’unun” yani kitlesinin seçkinleri olan tribünler bugünün futbol seyirci kitlelerine yalnızca isim babalığı değil aynı zamanda rol modellik yapmışlardır.
Avrupa ve Türkiye Tribünlerinin Oluşumu
20. yüzyıl tribünlerin beşiği olmuştur. Avrupa’da ve Türkiye’de giderek popülerleşen futbol, kulüplerin ortaya çıkışının temeli olan yerellik gereği birbirine rakip ve hatta düşman kitleler tarafından büyütülmüş ve desteklenmiştir. Futbolun bir mücadele olmasının yanında tribünler de futbolcular gibi mücadele eder; birleşir, yürür, bağırır, kavga eder. Aynı semtin ya da şehrin gençleri, esnafları ve diğer birçok ferdi ortada olan yarışın birer parçası olmak için birlikte hareket etme gereği duyar. Özellikle Avrupa’da her bir kulüp fikirlerin etrafında şekillenir. İngiltere’de takımların çoğu kızıllar (işçi takımları) ve maviler (orta ve üst sınıf takımları) olarak ikiye ayrılır. Kızıl takım tribünleri toplumun en alt ve ezilmiş kitlesinin reaksiyon olarak birleşmesiyle ortaya çıkmıştır, yani tam manasıyla Eski Roma’nın pleb tribünlerinin yeniden oluşumudur. Mavi tribünler ise İngilizcede de aynı kelimelerle ifade edilen “mavi kanlılıkla” doğrudan alakalıdır. İtalya tribünlerinde ekonomiden ziyade siyaset kitlelerin doğuş ve birleşme noktası olarak görülür. SS Lazio isminin başındaki “SS” ifadesini Nazi Almanyası’na gönderme olarak kullanır, Nazi selamını vermekten ve ırkçı sloganlar atmaktan çekinmez. Diğer bazı aşırı sağcı kitleler Roma ve Inter tribünleridir. Karşılarında Sampdoria, Atalantai, Genoa ve Livorno tribünleri solcu ve işçi gruplar olarak yer alır.
Türkiye tribünleri Avrupa geneline göre çok daha karmaşık yapılara sahiptir. Bütün kulüplerin farklı görüşlerde taraftar toplulukları bulunmasının yanı sıra bazı tribünlerin kimliği büyük ölçüde siyasi fikirlere, bazılarınınki ise tamamen lokalizasyona bağlıdır. Futbol henüz yaygınlaşırken Galatasaray, Trabzonspor, Antalyaspor, Sakaryaspor ya da Kocaelispor taraftarı olmanın beraberinde getirdiği tek kimlik o şehirli ya da semtli olmaktır. Fakat bazı tribünler siyasi fikirlerine göre ayrılmış insanlardan oluşur ki bu durum genelde bir şehirde birden çok başarılı futbol takımı varsa görülür.
Kim Neyin Sözcüsü?
Adana şehrinin işçilerinin ve solcu devrimci kitlesinin sözcüsü, Adana Demirspor tribünüdür. Çok daha muhafazakâr Adanaspor tribününün karşısında şehrin işçilerinin sesi olur Demirspor taraftarı, dünyaca bilinen sosyalist/komünist propaganda için kullanılan şarkıları tekrar besteleyip söyler, Che ve Fidel gibi devrimci liderlerin portreleriyle ve birtakım sembollerle süsler bulunduğu yeri. Mottoları ve sloganları yine devrimcilerin dünyaca kullandığı sözlerdir: “Hasta Siempre!” (Sonsuza kadar!) “No Pasaran!” (Geçit yok!) “La Vittoria Sara Nostra!” (Zafer bizim olacak!) Aynı sloganları, mottoları, “ciao bella” gibi besteleri ve sembolleri kullanan başka önemli tribünler de vardır. Bunların pek tabii en çok bilineni olan Beşiktaş tribünleri önceleri İstanbul’un, sonrasında ise tüm Türkiye’nin isyanlarının ve tepkilerinin sesi olmuştur. Türkiye’nin plebler tribünleri ya da kızılları Beşiktaş’tır, Adana Demirspor’dur, Zonguldakspor’dur, Gençlerbirliği’dir. Alt kesimlerin ve sesini duyuramayanların sesi olma iddiaları vardır ve sürekli eylem için şahıs yaşantılarından taviz verir bu takımların taraftarları. Birbirlerini tutarlar, Beşiktaş ve Adana Demirspor birbirine kardeşlik besteleri söyler, İtalya’daki kardeşleri yine solcu devrimci bir grup olan Livorno’dur. Pek tabii dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye’de de bu tribünlere rakip topluluklar vardır ve maalesef aralarındaki çekişme uzun yıllar boyunca yalnızca karşılıklı sloganlaşmayla sınırlı kalmamıştır.
Bursaspor belki de şehrin kimliği gereği Türkiye’nin en milliyetçi topluluklarından birinin etrafında toplandığı bir kulüptür. Ankara’nın Gençler’inin karşısında milliyetçi Ankaragücü tribünleri fikirleri uğruna çatışmaya hazırdır. Onların sesi olduğu halkın görüşü “Tanrı Dağı kadar Türk, Uludağ kadar Bursasporlu” olmaktır. Her bir Ankaragücü taraftarı temsilcisi olduğu fikir uğruna militanlık yapmaktan çekinmez, milletinin askeri olmakla övünür.
Şehir ve Semt Tribünleri Kim Olduğunu Anlatmaktır.
Türkiye’nin bir fikri savunan tribünlerinin sayısı gayet çok olsa da daha yaygın olan durum yerel birleşmelerdir. Birlikte yahut aynı şehirde/semtte büyümüş insanlar elbette ortak bir kültüre sahip olmak durumundadır. Bir yaşama biçimleri, ortak önyargıları, benzer düşünceleri, ortak dertleri vardır. Elbette bahsi geçen bir bölgenin adını taşıyan bir futbol kulübünün destekçileri, birer bölge mensubu olarak doğrusuyla yanlışıyla, iyisiyle kötüsüyle halkının sesi olmak gayesindedir. 1999 depreminin en büyük hasar verdiği ve en çok can aldığı yerlerden biri olan Sakarya’nın tribünleri “Bu kentte olsa da büyük depremler” diye haykırır. Belki her birinin gözünde yıllardır görmedikleri, depremde kaybettikleri yakınları tüter. Bazıları stadyumun etrafına ve ara sokaklara yazılmış duvar yazılarıyla enkazın altından bağırdığını hatırlar: “Sesimi duyan var mı?” Ama Sakarya tribünü halkının sözcüsü olarak en büyük acıları olan depremin unutulmasına izin vermez. Trabzon tribünü fırtına olmaktan ve dere olup taşmaktan, Diyarbakır tribünü yılanlardan, Sarıyer martılardan bahseder pankart ve bestelerinde.
Yalnızca fenomenleri değil, doğası gereği hâkim fikirleri de yansıtır yerel tribünler. Konya taraftarı “Ya Allah Bismillah” diye maçı başlatır. İzmir’in iki büyük tribününün fikirleri ve sembolleri birbirine oldukça benzer. Atatürk’ün izinde olmak en büyük gayedir, dev Mustafa Kemal pankartları süsler stadyumları, İzmir Marşı duyulur iki taraftan da. Fakat bu iki topluluğun, Karşıyaka ile Göztepe’nin, uzun yıllar birbirleri ile kanlı bıçaklı olduğu rahatlıkla söylenebilir. Karşıyaka ile Göztepe’nin, Adana ile Mersin’in, Sakarya ile Kocaeli’nin, Rize ile Trabzon’un hikayeleri Beşiktaş ile Ankaragücü’nün çatışmasından çok farklıdır. Birbiriyle anlaşamayan komşular bir stadyumun iki tarafında karşı karşıya gelirler o kadar. Bir taraf devrimci solcu diğeri milliyetçi değildir, ortada net bir fikir çatışması yahut uyuşması zaten yoktur. Aralarındaki meseleler yakındaki büyükşehire kimin ticari mal satacağı ve benzeri onlarca hatta yüzlerce birikmiş günlük hayat rekabetinin, sonraları ise giderek büyüyen tarihi çekişmenin tribünler yani sözcüler tarafından dile getirilmesinden başka bir çatışma değildir aralarındaki.
Edebiyat Yazıyla, Tribün Yaşamayla Anlatır.
Tribünler, yukarıda açıkladığımız üzere, bir kitleyi temsil eder ve anlatır. Hatta bunu yaparken edebiyat gibi sözleri de kullanır. Edebi bir eserin yazarı da herhangi bir tribüncü de içinde bulunduğu toplumun birer temsilcisi ve aksidir. Dadaloğlu’nun da Nefî’nin de şiiri en az Beşiktaş tribünü besteleri kadar refleksiftir. Yaşar Kemal romanları da Göztepe’nin İsyan Marşı da bir yaşantıyı, ezilmişliği ve direnmeyi anlatır. Ankaragücü “Polatlı’da ateş hattında” diye anlatır “Ateşten Gömlek” yerine. Tribünler ile edebiyat elbette bazı noktalarda oldukça farklıdır. Tribün kendi yazıp kendi oynayan bir tiyatrocu gibidir; anlatmak istediği şeyi hem sözleriyle duyurmaya çalışır, hem göstergeleri ve sembolleriyle ortaya koyar, hem de duruşu ve bütün eylemleriyle temsilcilik yapar. Futbolun tribünleri, voleybol ya da tenis gibi bir oyunun yahut sporun gözlemcisi olmaktan çok uzaktır. Hatta stadyuma gidip oyunu seyreden bir grup görülürse “burası sinema, tiyatro değil!” ve benzeri uyarılar yapılır. Tribünler, anlamasını ve okumasını bilenler için yeşil sahadaki spordan çok daha ciddi ve derinlikli bir oyundur. Rahatlıkla denilebilir ki, futbolun basketbol ve diğer sporlara kıyasla bu kadar popüler kılan ve insanların hayatında bu kadar önemli bir hal almasını sağlayan rengi tribünleridir ve 1980’lerden bugüne tüm dünyada otoriteler tarafından bastırılmaya ve hatta yok edilmeye çalışılan hedefin tribünler olması da oldukça ironiktir.
Oğuzhan
Kaplan
(Yazar)