
Öz Benliğim Şiir Hakkında Mütâlaa
6 Ocak 2021 10:17:55
Alp Kağan
Cavlı
(Yazar)
Şiirin tanımını yapmak ister insanoğlu yüzyıllardır. Ve yüzyıllardır da bu tanım binlerce kez değişmiştir. “Şiir sözcüklerin dinidir.” diyen Mallarmé mı haklı yoksa “Hayatın güncelliğidir, hayatın gazetesidir şiir.” diyen Cemal Süreya mı? “Şiir, dil çalgısında yorumlanan bir musikidir.” diyen Külebi mi yoksa “Şiir çığlıktır” diyen Gülten Akın mı haklı? Her şairin, evet şu ana kadar şair olabilmiş her şairin, kendine göre bir şiir tanımı vardır; eğer yoksa zaten şair olamamıştır.
“Kelimelerin yürek ve akıl filtresinden zevk ve keyif vermesi amacıyla geçirilerek ahenk ve musikiye sarılıp kâğıda dökülmesidir şiir.” derdim kendi tanımımı yapacak olursam şayet. Peki bu tanımın doğruluğunu veya yanlışlığını ölçecek bir mekanizma bulunmakta mı? Ben de dahil olmak üzere her “Şairim” diyen, eli kalem tutan herkes bir şiir tanımı yapabiliyorsa şayet, bu şiirin prestijine ve güvenilirliğine, aynı zamanda da saflığına gölge düşürmez mi? İşte beynimde ve yüreğimde sancılara neden olan, kişiliğimi ve şair kimliğimi gün geçtikçe sorgulamama sebep olan bu çıkmaz, aklî melekelerimi zorlamaya devam ediyor. Elbette bunu okurken bazı okurlar işin içinden kolayca çıkabilmek adına “Şiirin belirli bir tanımı yoktur, her şair kendi tanımını yaratır.” diyecektir belki de. Evet her şair kendi tanımını yaratır ama şiirin belirli bir tanımı yoktur demek ne kadar doğrudur? Belirli bir tanımı yoksa içinden çıkılamaz binlerce paradoks yaratmıyor muyuz? Örneğin, şiirin belirli bir tanımı olmadığı için şu soru yükseliyor: “Bir şarkı sözünün şiir olmasına, şiir olarak addedilmesine engel olan şey nedir?”. İşte bu soru bizi en başa kadar götürüyor aslında. Eğer ki biz her metni, her kulağa hoş gelen şeyi şiir olarak değerlendirmiyorsak, bu şiirin belirli bir tanımı olduğu anlamına gelmez mi? On binlerce kez yapılan şiir tanımının, sadece bir tanesinin doğru olduğunu söylersek de, bu haddimize midir? "Şair ne bir hakikat habercisi ne bir belâgatli insan, ne de bir vâz-ı kanundur. Şairin lisanı "nesir" gibi anlaşılmak için değil, fakat duyulmak üzere vücut bulmuş, musiki ile söz arasında, sözden ziyade musikiye yakın, mutavassıt bir lisandır." diyen Ahmet Hâşim’e kendimce haklı bulduğum için şiirin tanımını yapan şair dersem, “Gerçek şair kendi aşkı, kendi mutluluğu ve acısıyla uğraşmaz. Onun şiirlerinde halkının nabzı atmalıdır.” diyen Nazım Hikmet’i bir kenara atmak, benim ne haddimedir?
Bu düşüncelerle varmamız gereken nokta şudur o vakit: “Şiir, evrensel düzlemde tanımı yapılamaz bir söz söyleme aracıdır.” O zaman yine o sancılı noktaya gelmiyor muyuz? Beni şair yapan bir tanım yoksa benim kendi kendimi şair olarak nitelendirmem küstahlık değil midir? Belli bir ahenkle yan yana gelip, söz oyunlarıyla ve kafiyelerle süslemeye çalıştığım söz öbeklerini şiir olarak tescilleyecek kurum nedir, kimdir? Halkın vicdanında ve akıllarında mı yapılır bu tescil, yoksa herhangi büyük bir şairin tanımıyla mı yola çıkılır? Bahsettiğimiz bu büyük şairi tescilleyen nedir, kimdir peki? Böylelikle içinden çıkamadığımız bir paradoksa düşüyoruz aslında. Şiirin en büyük hikmetlerinden birinin de bu olduğunu da göz önünde bulundurmak gerekiyor o vakit… Tescile ya da tanıma ihtiyaç duymadan veyahut bu tanımı somutlaştırmadan neredeyse insanlığın varoluşundan beri süregelen tek olgu şiir belki de… Belki de bu tanımsızlık ve belirsizlik şiirin bu devre kadar sürekli canlı kalarak aktarılmasına yardımcı olan yegâne şey! Şiir hakkında bildiğim tek bir şey var muhtemelen; hayatım boyunca hiçbir zaman gerçek şiirin özüne ulaşıp ulaşmadığımı öğrenemeyeceğim ve bu kanayan yara içimde her zaman yer edecek, ruhuma her zaman gıcık vermeye, beynimde kramplara sebep olmaya devam edecek, sonsuza dek…
19 Mart 2023 17:47:54