Cam Arkasında Bir Kayıtsız
Orhan Gazi GÖKÇE
10 Ekim 2022 22:14:38
Güneş bulutlarla inatlaşıyor, biraz daha baş çıkarabilmek için ışıldayıp duruyordu. Güzü herkes biraz gözü kısık karşılar. Öyle ki hüzün, şu güz akşamüstlerinde kendine tercüman olacak nağmeleri seçer; rüzgâr ansızın yön değiştirir, ömrün ince tülü iç geçirip havalanır, yeşil yapraklar kendinden usanmış ve kendini bile isteye sarıya çaldırırdı. Tüm bunlar olup bitmez hiç bitmeden olup dururdu. Nereden geldiğini unutacak kadar bir güz esrikliği vardı sanki herkesin başında. Herkes de kimdi? Şimdi varsa hemen sonra yerini bir başka herkese bırakıp kaybolan, sayılamayan bir karartı mıydı? Her biri bir başkaydı ama her birini tanımaya kimin ömrü yetecekti? En iyisi hiçbirine karışmamaktı. Herkes deyip geçmeyi bilmek gerekti.
Parmak ve yanak izleriyle kirlenmiş bir pencereden bunlar görünüyor ve böyle şeyleri düşündürüyordu Selim Civan'a. Kendisi ismini pek hatırlamazdı sorulmadıkça. Unutmazdı ama çok hatırında da tutmazdı. Bu ismi şimdi aratsanız google size bir şey söylemez bu sebeple isimde bir keramet aramayın. Selim Civan, otuz dokuz yaşına nasıl geldiği konusunda bir fikre sahip değildi. Hayatta kayda değer bir şey olmadığını düşündüğünden olacak hafızasını çok yormamıştı geçen yıllar boyunca. Yaşadıklarının çetelesini tutmak, onlara insanları şahit tutmak, yıllar sonra bu şahitleri toplayıp bu lüzumsuz çetele defteri üzerine konuşmak ona oldukça anlamsız geliyordu. Anlam aradığından değildi, lafın gelişiydi. İnsanın andan kaçmak için geçmişini didikleyip durması, yitirdiği parlaklığına hüzün dolu gözlerle bakması ona aptalca geliyordu.
Selim Civan, bu kirli camın önünde bulunduğu şu ana kadar dünya üzerinde hangi boşluğu doldurduğu konusunda kendisine sorular sormamış birisiydi. Başı yaşından aşkındı. Saçlarını şimdilik unuttuğu belki de hiç hatırlayamayacağı gençlik sevdasında yellere savurmuş, o sevdadan kaçayım derken tutulduğu fırtınalardan ise canını zor kurtarmıştı. Bir liman aramadı kendine, dalgalarla boğuşacak kadar cesareti de yoktu. Bakıp durmak onu kendince güvenli bir yerde tutuyordu. O, şöyle değil de böyle olsun diyen bir adam olmadı hiç. Elinden gelmeyen dilinden de gelmiyordu yani. Evine uzak sayılmayacak bir yerde Çıraklık Eğitim Merkezi denilen bir kuruma çıkmıştı tayini yakın zamanda. Çırak adaylarına şiirin ahenginden, hikâyenin unsurlarından, romandaki çatışmalardan bahsetmesi gerekiyordu artık. Maaşını bu gerekliliğe borçluydu.
Tesviyecilik, Tornacılık, Frezecilik, Taşlama Alet Bileme, Soğuk Demircilik, Kaynakçılık, Kuyumculuk, Sıhhı Tesisatçılık, Elektrik Tesisatçılığı, Bobinajcılık gibi alanlarda çıraklık eğitimi alan öğrencilerinin hayatla kurmaya çalıştıkları temas, Selim Civan’ın parmak ve yanak izleriyle kirlenmiş camdan bakışından daha değerliydi kuşkusuz. Onların karşısında elinden bir iş gelmeyen, maharetsiz ve tembel bir adam olarak hissetti kendini. Perçemlerini yüzünü örtecek kadar uzatmış, beyaz gömleklerinin yakasını iki düğme açmış, fazlasıyla dar ve kısa paça pantolonlarının altına beyaz sporlarını çekmiş bu delikanlılar taşı sıksa suyunu çıkaracak cinsten, dünyada yaşayabilmenin tüm kısa yollarını çözmüş bir eminliktelerdi. Muhtemelen Kuaförlük, Cilt Bakımı ve Güzellik bölümündeki kızlarla öğle arası, okul çıkışı bir yerlerde buluşmanın yollarını arıyorlardı. Selim Civan onların karınlarında gezen kelebekleri görüyor
gibiydi. Gözlerindeki parlaklığa, kaygısızlığa ve filintalığa her bakışında hayran oluyordu. Derse karşı ilgi beklemiyordu onlardan doğrusu bir hatıra da kalsın istemezdi. Sadece ve her zamanki gibi yollarının hasbelkader kesiştiği şu sınıfta dünyaya deli fışkınlar savurup duran gençleri izliyordu şimdi kalın, kirli gözlük camının arkasından. Gençlerin güze küskünlüğü yoktu. Onlara her mevsim bahardı. Kış bile damarlarında akan kanı soğutmaya yetmiyordu.
Zil çaldı -güya- ders bitti. Sıraları ayaklarıyla ittirip kalktılar ayağa hemen delikanlılar. Selim Civan’ın oturduğu masaya yöneldiler birbirleriyle yarışarak. Kendi nesline göre oldukça uzun ve görkemli bu ergenlerin üzerine üzerine gelmelerinden ürperdi ve korktu. Dengesi bozuldu oturduğu yerde, cam tarafına doğru kaydırdı sandalyesini. Ne oluyor diye soracaktı ki öğretmen masasının arkasına konulmuş bölmeli cep telefonu dolabını fark etti. Yüzünü tamamen cama döndü hızlanan kalp atışlarını teskin için. Biraz önce bulutlarla cebelleşip duran güneş, kazandığı zafere daha fazla tutunamamıştı.