top of page

Kayıtsız Bir Akşam

Orhan Gazi Gökçe

1 Ekim 2021 09:00:17

Büyük servis tabaklarını, derin yemek tabaklarını, çorba kâselerini, çatalları, kaşıkları, bardakları sudan geçirip makineye yerleştirdi. Tablet deterjanı özenle ilgili yere bırakıp ekonomi programına sabitlenmiş makinenin “başla” tuşuna bastı. Tahta saplı Sürmene işi bıçakları elinde yıkadı. Tezgâhı sarı renkli bezle silip bezi sıktı ve evyeyi ortalayacak şekilde katlayıp serdi. Eldiven giymeyi adet edinememişti bulaşık yıkarken bir türlü. Yıpranmış ellerini bilmem kaçıncı kez küçük havluda kuruladı. Önlüğünün beline denk gelen düğümünü her zamanki gibi zorlanmadan çözdü, kapının arkasına astı. İşi bitmiş oluyordu bu hamleyle ancak yorgunluk, iş bitince insanın kaslarına yapışan arsız misafirdi.
Gözü kararır gibi oldu. Kendini mutfak masasının etrafında dizili sandalyelerden birine bırakıp diğerine ayaklarını uzattı. Tam sigara yakılacak zamandı. Kalkmak, bardakların yanında duran pakete uzanmak; saçlar, kaşlar ve kirpikleri alevden sakınarak ocakta sigara yakmak uzun bir yolculuk gibi gözünde büyüdü. O kadar zahmetli geldi ki bu seremoni, bu akşam oksijenle biraz daha devam edebilirim diye düşündü. Bulaşık makinesi suyunu iştahla içine çekiyor, garip seslerle şu dinlence ortamına kendince ortak oluyordu. Şu makineyi icat edene rahmet olsundu.
Bahar, nazlana nazlana geliyor; her geçen gün akşam biraz daha erteleniyor, akşamdan geceye ise birdenbire geçiliveriyordu. Bu küçük şehirde erkenden evlere çekilen hayatlar, mutfak penceresinden bakınca hep birbirine benziyordu.
Yatsı vaktiydi. Site bloklarının arasında kalan camiinin minaresinde merkezi sistemle makamlı ezan okunuyor, ezandan değilse de bir türlü ayarlanamayan hoparlörün cızırtısından mahcup bir rahatsızlık sökün ediyordu. Bunun bir çözümü olmalıydı.
Sema Hanım, dizlerinde ve ayaklarında toplanan yorgunluktan desibel ölçecek durumda değildi. Ders saatlerini, çocukların okuldan çıkış saatlerine denkleyebilmek için müdür yardımcısı ile uzun süren bir pazarlığa girişmişti bugün. Orta yolu bulmak pek zor değildi ama “Program kasıyor hocam.” diyen kıdemli müdür yardımcısına dil dökmek ömrünün bugünkü törpüsü olmuştu. Ders programı dağınık öğretmen psikolojisi diye bir şey vardı. Dersler arasındaki boşluklar öğretmenler odası gündemine – ev, araba, altın, borsa, makro ekonomi, ucundan güncel siyaset, ortasından büyük resim- ve lüzumsuz çaylara maruz kalmak anlamına geliyordu. Okul saatlerinde sigara içmek âdeti olmadığından bu renksiz ve tatsız ortama razı olacaktı haftanın beş gününe saçılan dersler yüzünden.
Yıllar geçtikte, öğrencileri ile yaş farkı arttıkça sanki yol biraz daha sarpa sarıyordu. Gençlerin havası başkaydı. Bir kitaptan bahis açsam, bir yazarın hayatından bir anekdot anlatsam, şöyle otursalar etrafıma can kulağı ile dinleseler ne de güzel olur düşüncesiyle girerdi sınıfa. Ancak son yıllarda her biri bir başka âleme müşteri olmuş, kimi test kitabının şıkları arasında kimi imkânsız bir aşk acısının ıstırabı içinde sıkışmış öğrencilere bakınca başlangıçtaki o masum isteği kaybolup gidiyordu.
Güçlendirmesi yeni biten, yıkılıp yeniden yapılsaydı daha güzel olmaz mıydı, sorusunu her görene sorduran, kötü müteahhit insafına bırakılmış binanın koridorlarında, bulunduğu sınıfta ne öğrencilere ne de kendine ulaşabiliyordu şu an. Ders defterinde dersine ayrılan boşluğu ilgili kazanım ile doldurup yoklamaya koyuldu. Yokladığı her numaraya karşılık gelen isimler bile değişik geliyordu ona. Esasında isimler üzerine konuşmayı ve öğrencilerini konuşturmayı da severdi ders başlarında. Fark etti ki gençlerin isimleri ile de arası açılmıştı. Bir isme sahip olmanın Türk kültüründeki öneminde bahis açsa çok da önemsenmeyecekti.
-Ders kitabını açalım arkadaşlar, 54. sayfada bir hikâye var, okuyalım birlikte:
Sabahattin Ali: Ayran
Hasan’ın köyünden istasyona yaptığı zor yolculuğun, garipliğin, fakirliğin hikâyesiydi bu. İlk defa okuduğunda gözlerini yaşartan, ciğerini sızlatan bu hikâye acaba öğrencilerinde nasıl bir karşılık bulacaktı? Hasan’ın yol boyu zayıf bacaklarına vuran ayran güğümü, istasyonda ayranı verip parasını alamamanın çaresizliği, evde onu bekleyen aç kardeşleri…
Ön sıradan Elif okumaya başladı hikâyeyi. Siz de takip edin, dedi Sema Hanım diğerlerine. Hasan’ın kaderine bir süre ortak olmalarını ve hikâyecinin inceden inceye metne yedirdiği itirazlarını hissetmelerini istiyordu. Elif, hikâyeyi ortaladı, Hasan istasyonda kendini unutmuş, çaresizlik içinde evde onu bekleyen kardeşlerini düşünüyordu.
Ne Hasan ne de onun perişan hayatı umurundaydı gençlik hülyalarının bin bir renkli denizlerinde yüzen öğrencilerin. Elif, metni tamamladı. Hasan’ın meçhul akıbetinden kime neydi? Allah’tan ders çıkış zili, bu büyük anlaşmazlığın, alakasızlığın, iletişimsizliğin daha fazla sürmesine izin vermedi.

Sema Hanım, kalktı sandalyeden. Çocuklar çoktan yataklarında, sigarası bardakların olduğu rafta, ateş ocakta, çay demlikte, Hasan’ın hikâyesine lakayt öğrenciler evlerindeydi. Sigarayı bardakların olduğu raftan aldı, saçını, kaşını, kirpiğini sakınarak ocakta sigarasını yaktı. Çay demini almış, bulaşık makinesi işi yarılamıştı.

bottom of page