top of page

lhlamurun Rengi

Orhan Gazi GÖKÇE

19 Mart 2023 09:23:46

İnce ince doğradı köy peynirini. Mut’tan teyzesine ısmarladığı kırık yeşil zeytinleri yağladı, kekikledi. Tahinle pekmezi kıvamınca karıştırdı. Sabahları ıhlamur içmeye alıştırmıştı kendini. Çayı yorgun düşülen akşamın ödülü ıhlamuru ise yeniden başlıyor olmanın ümidi sayıyordu. Geniş cam balkondan gün batımlarını izlemek mümkündü ancak sabahları fazla soğuk oluyordu oturmak için. Mutfaktaki masanın üzerine koydu apartmanın altında yeni açılan fırından aldığı simitlerle birlikte nevaleyi. Yaşamanın kanı ısıttığı, damarları gevşettiği, gözü ışıttığı bir andı bu. Sabah mahmurluğu dedikleri gece görülen rüyaları hatırlama çabası sayılacaksa işte bu mahmurluk da ilişiveriyordu ışıklı anlara.

Ne kadar zaman geçmişti bu şehre geleli? Kimleri tanımış mutlu olmuş, kimleri tanımaktan usanmıştı? Hangi işin ucundan tutmuştu da bir işe yaradığını hissetmişti? Bunlar az çok cevabı olan sorulardı. Bundan sonra ne olacaktı? İnsanın göğsünü durmadan çubuklayan soru buydu. İnsan geçmişine bakıp kaybolan parlaklığını hüzünle anarken gelecek denen sis bulutunun içinde bin endişeyle ilerlemek zorundaydı. Halbuki şimdi ne kadar da sakindi. Mutfağın parlak ışığı; peynirin süt beyazını, zeytinin yeşilini, ıhlamurun sarıdan kırmızıya meyleden tatlı rengini billurlaştırıyordu. Renklerdi belki hayatı çekilir kılan, insanı şaşırtıp duran, durmadan değişip duran renklerdi. Tanrı vergisi dedikleri bu olmalıydı. Beyazdan siyaha kadar on binlerce tonuyla dünya renkli bir yerdi işte.

Eşyada olduğu gibi insanlar da renklerden ibaretti. Kimisi soğuk beyaz, kimisi gün ışığı sarısı, kimisi ateş kırmızısı, kimisi keder karası. İnsan kendi yüzünü göremediğinden muhatap olduğu renklere bürünür daha çok. Dünya denen bu bağda, bir korukta, bir dalın başına bela olmuş bir salkımın dokunsan düşecek bir tanesi gibi... Asılı kaldığı korukta toprağa sarkık bir vaziyette bakar durur diğer tanelere. Toprak ki hem besler hem de döneceksin yine bana diye iştahla, sabırla bekler onu. Bu bağ içinde diğer koruklarda, diğer dallarda benzer binlerce hikâye sürüp gitmektedir.

Kendini metaforik düşüncelere kaptıracak bir vakitti işte, çok görülmesin. “Rengi gökyüzünde solan dünyada” diye kalbinin burukluğunu haykıran Abdal Neşet’in “Bize bir zevk-i tahattur kaldı/Bu solan gölgelenen dünyada” mısralarının sahibi Ahmet Haşim’den haberi var mıydı bilemiyordu ama dünyadaki varlığın bir anlık parıldamadan, cevherin hangi taştansa onun tabiatıyla kesilmez ışığa bir renk vermekten ibaret olduğunu bu iki şairin zihninde eşleştirdiği mısralarıyla hatırlıyordu.

Kalabalık bir şehirden gelmişti buraya. Esas kalabalığın insanın şu kuru başında olduğunu kafayı ıssızlaştırmadan dış dünyayı seyreltmenin bir faydasının olmadığını hatta dışardaki hengamemin ritmine katılmanın kafayı sıyırmaktan insanı alıkoyduğunu ıhlamurun renginin sarıdan turuncuya dönüştüğü şu anlarda bir kez daha idrak ediyordu. French press içinde dolaşan kuru küçük ıhlamur çiçeklerinin özverisini hayranlıkla izledi bir süre. Üstlendikleri rol bitmiş, sahneden çekilmenin vakti gelmişti. Bir oyun yönetmeni titizliği ile işini olabildiğince iyi yapan bu kuru küçük ıhlamur çiçeklerinin üzerine bordo kırmızı renginde bir sahne perdesi niyetine ince süzgeci yukarıdan aşağıya doğru indiriverdi. Öz, suya karıştı, renk kıvama ulaştı. Daha fazla kalmanın bir anlamı yoktu. Daha fazla kalma inadı değil miydi her şeyin tadını kaçıran, acılaştıran. Demi kocamış derler mesela çay bayatladıysa. Demlenmeyi beklemek ne kadar gerekse demi kocatmamak da bir o kadar önemli meseleydi.

“Dost düşman bakışırken, tabuta yakışırken canımı al Allah’ım!” diye dua eden annesinden bahsetmişti ona bir gün şadırvanda abdest alan hacı amca. Kendisini dinleyen bir çift kulak bulmuşken hazır biraz daha yakınlaşıp “Şimdi anlıyorum anamın 57 yaşında kabul olan duasını. Tüm arkadaşlarım göçtü gitti, evde kendi torunumla dahi konuşacak iki kelimem kalmadı.” diyerek dertlenişini hatırladı french press’den bardağına aktarırken rengi turuncuya dönen ıhlamuru. Demlenmek biraz da soğumak, kaynayan suyu uslandırmak demekti. Sabah da iyice demini almış, yeni bir başlangıç vaadiyle karşıladığı adamı dünün, bugünün ve yarının birbirine girmiş hatıraları, telaşları ve kaygılarıyla yorgun düşürmüştü. Ihlamurun rengi vücudunda neye dönecek ve onu hangi renge dönüştürecekti. Bunu asla göremeyecekti.

bottom of page